Sevdiğini Gösterememek
Tarih boyunca yaşadığımız birçok duygu durumu vardır. İnsanoğlu her zaman korku, endişe, hüzün gibi duygularının esiri olarak yaşamamış olsa gerek. Sanırım korkuları ve hüzünleri üzerimize çeken de biziz ama bunun farkında değiliz. Sevmekten korkar sevilmemek için her şeyi yaparız, mutlu olduğumuzda korkar ‘başımıza bir şey gelecek’ der tebessümümüzü soldururuz, genellikle ortamlarda en havalı ve en merak edilen olmak hoşumuza gider lakin konu hayatımıza bizi merak eden bir arkadaş almaya gelince hep bir ‘acaba’ korkusu olur kafamızda.
Aslında durup düşününce layığı ile seven ve en güzel şekilde sevilendir insan. Halbuki hiç fark etmeyiz sevildiğimizi ve hiç fark ettirmeyiz sevdiğimizi, kapıdan dışarı çıktığımızda en centilmen erkek oluruz lakin eve gelince gösteremeyiz o inceliği, ‘hediyeleşmek sünnettir’ biliriz bayramlarda ve hasta ziyaretlerinde götürürüz de ama bayramı bayram yapan, hastaya moral olan sünneti özel günler dışında hiç göstermeyiz.
Bir an gelir ki mutluluktan dünyalar içimize sığmaz ama biz içimize bizi seven birini sığdıramayız mutluluğumuzu paylaşarak. Yara almışızdır her insan gibi bizi sevenler veya sevdiklerimiz tarafından, bu yaraları sarmayı öğrenmişiz ama bir nükse esnasında ne yapacağımızı şaşırmışızdır… Çünkü bize öğretilen her zaman o yarayı gösterdiğin ilk kişi tarafından o yaraya darbe yiyeceğindir.
Kehanetin Kendini Gerçekleştirmesi
Peki o darbe yarayı gösterdiğimiz için mi iner yaramıza yoksa bize öyle öğretildiği için mi? İnsan psikolojisinde ‘kehanetin kendini gerçekleştirmesi’ kuramı vardır. Yani biz bir şeye ne kadar inanırsak onun olması için gereken ortamı kendi ellerimizle kurar kendi ellerimizle gerçekleştirir ve hiç farkında bile olmayız. Biz ne kadar o yaraya darbe ineceğini düşünürsek o kadar saklarız o yarayı, o kadar göze batırırız ki karşımızdaki insana o yaraya vurmaktan başka çare bırakmayız.
Kendi ellerimizle bize öğretilen kehaneti gerçekleştirir sonra da o gerçekleşen kehanet için kaderimizi suçlarız. İnsanoğlu kendi üzerindeki bu etkisini fark edemediği zaman hayatı sadece kendimize değil ailemize, arkadaşlarımıza, çevremize, öğretmenlerimize kısacası bizimle yaşayan herkese zehir ediyoruz ve bu ‘domino etkisi’ olarak bütün parçalarımızı yıkmamıza neden oluyor.
Söz İle Bir Kalbe Doğmaz Ledünni
“Dünyayı sevgisiz büyüyen çocukların savaşları mahvetti” derler, kısmen haklılar. Eksik olan kısım ise çocuklarını sevgisiz büyüten ebeveynlerinin değil o ebeveynlere ‘ailenin çocuğuna, babanın anneye, büyüğün küçüğe’ olan sevgisini göstermesini zayıflık, güçsüzlük olarak yorumlayan nesillerde. Kendi bahçelerimize ektiğimiz tohumları nasıl yetiştirirsek o tohumların bize verdikleri hasattan o düzeyde tat alırız, faydalanabiliriz.
O bahçedeki tohumları bozup da bize verilen hasadın bozuk olmasından şikayetçi olamayız. Bu yüzden ‘planın Yüz yıllık ise insan yetiştirin’ demiş bir Çin atasözü, çünkü mesele çocuğuna anlatıp bırakmak değildir. Sen yaşamaya devam ettiğin sürece insan sana bakarak yaşayacak ki anlasın sevgiyi de sevgisizliği de. Salih Baba divanında da söylendiği gibi ‘Söz ile bir kalbe doğmaz ledünni, Bütün azaları dil olmayınca, Nefs-i emmarenin bilinmez fendi, Gönül şehri bahr-ı Nil olmayınca.
Daha fazla içeriklere göz atmak için Bilmiyorum Deme Sitemizi ziyaret edebilirsiniz.